CHP Elazığ Milletvekili Gürsel Erol, TBMM Genel Kurulu’nda söz alarak, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim'de PKK lideri Abdullah Öcalan’a, örgütü lağvetmesi koşuluyla, "Umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşması" için çağrı yapması ile ilgili açıklama yaptı.

Türkiye’de yaşayan herkesin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ortak bir kimliği olduğunu ifade eden CHP Elazığ Milletvekili Gürsel Erol, 90’lı yıllardan itibaren bölgede aktif siyaset yapan ve bölgeyle içiçe yaşayan birisi olduğunu anımsattı.

Gürsel Erol: Ben 90'lı yıllardan itibaren bölgede çok aktif siyaset yapan ve bölgeyle iç içe yaşayan birisiyim. Doğal olarak bugün Parlamentoda her siyasi partinin siyasete bakış açısı, değerlendirmesi, politikaları doğal olarak birbirinden farklı; hatta parti içinde bile biz milletvekillerinin konulara bakış açısı, siyaset dili, siyasetteki yorumları birbirinden farklı. Ben kendi bakış açımla bölgede yaşadığım gerçekleri objektif değerlendirerek sizleri bilgilendirmek isterim çünkü aslında 90'lı yıllardan itibaren gelen o bölgede yaşanmışlıklar var. Bölge gerçekten geçmişten bugüne kadar birçok sorunlar yaşadı, bu sorunların temelinde hem Hükûmetlerin yanlış güvenlik politikalarından kaynaklı aldıkları tedbirlerden kaynaklı hem de bölgede terör örgütlerinin dönem dönem çok etki alanı oluşturduğu ve insanlar üzerinde, yerleşik halk üzerinde uyguladığı antidemokratik uygulamalar, insanlık suçu, bölgede yaşanan cinayetler, bölgede yaşanan birtakım olumsuzluklardan kaynaklı bölgede bugüne kadar birçok sorun yaşandı.” dedi.

GÜRSEL EROL: BÖLGEDE YANLIŞ GÜVENLİK POLİTİKALARI YAŞANDI

90'lı yıllarda yanlış güvenlik politikalarından kaynaklı yaşanan mağduriyetlere değinen Erol: "Bölgede yaşanan yanlış güvenlik politikalarından kaynaklı sorunların en büyüğü nedir?" derseniz; bana göre, bunların birincisi, köy boşaltmaları. O yılları hatırlayın, binlerce köy boşaltıldı ve 5 milyon nüfus zorunlu göçe tabi tutuldu ve o insanlar kendi kaderine terk edildiler. Bir devlet eğer güvenlik gerekçesiyle -bunu geçen konuşmamda da ifade ettim ama tam anlatamadım- bir köyü boşaltması gerekirse boşaltır, devletin böyle bir hakkı da yetkisi de vardır ama devlet kendi vatandaşını kaderine terk edemez. Buna birkaç örnek vereyim: Birincisi: Eğer devlet bir bölgede baraj yapacaksa o baraj sahası içerisinde sizin özel mülkiyetiniz varsa bile kamulaştırır, bedelini öder, barajı oraya yapar. Veya belediye bir yerden yol geçirecekse o yol güzergâhında sizin özel mülkiyetiniz, konutunuz da yolsa kamulaştırır, bedelini öder, o yolu oradan geçirir. Eğer güvenlik gerekçesiyle köyü boşaltacaksan insanları kendi kaderine devlet olarak terk edemezsin. Ne yapacaksın? Ya, onları aynı şartlarda iskâna tabi tutacaksın, yani biz 5 milyon Suriyeli mülteciyi Türkiye'ye getirip devletin bütün imkânlarından faydalandırdık. Sınır ötemizde yaşanan olaylardan dolayı birçok soydaşımızı Türkiye'ye getirdik, onlara yaşamlarını devam ettirecek altyapıyı sunduk ama yüzyıllardır bu coğrafyada birlikte yaşadığımız, Çanakkale'de birlikte şehit olduğumuz, İstiklal Savaşı'nda birlikte şehit olduğumuz yurttaşlarımızı kendi kaderine terk ettik. Bu doğru bir yaklaşım değil. İkincisi, 90'lı yıllarda hatırlayanlar var mı? Ben 26'ncı Dönem Tunceli Milletvekiliydim, o dönemde Tunceli'yle çok sıkı fıkı ilişkilerim vardı, gider gelirdim. "Gıda ambargosu" denilen bir ambargo uygulandı. Yani köylü istediği zaman evine istediği erzakı götüremez, kiloyla götürebilir; un kiloyla, şeker kiloyla, gıda kiloyla. Diğer taraftan, köy isimleri değiştirildi. Ya, benim yazlığım Ege'de, Ege'yi gezin, Ege'deki bütün köylerin, bütün turizm alanlarının, yaşam alanlarının tabelasına baktığınız zaman 2 ismi var: Bir, oranın tarihten gelen süreçten kaynaklı işte, Rum köyüyse eski ismi vardır, altında da Türkçe vardır. Ama geçmişten herkesin kendi kültürüyle, tarihiyle, gelenekleriyle ifade ettiği köy isimleri de değişti. Olabilir. Değişme ihtiyacı hissedebilir misin? Olabilir. Yaz kardeşim, üstüne eski ismini yaz, altına da Türkçe ismini yaz. Şimdi, bu sorunlar doğal olarak o bölgede vatandaşların devlete karşı olan güvenini sarstı. Bugün en büyük sorunlardan biri de o, yani vatandaşın devlete karşı olan güveni yok, siyaset kurumuna karşı olan güveni yok. Peki, bunlar olurken, devlet tarafından yanlış güvenlik politikaları uygulanırken o bölgede terör örgütleri ne yaptı? Vallahi ne çocuk dinlediler, ne çağa dinlediler, ne kadın dinlediler, ne yaşlı dinlediler, ne genç dinlediler; kendileri gibi düşünmeyen herkesi katlettiler. Bu da bir gerçek ve bunlar uluslararası gizli servislerin de uşağı. Bakın, kırk yıllık terörle mücadelemizde bizim terörü harcadığımız para kamu bütçesinden 1,5 trilyon dolar. Özel sektör iş kaybını da koyduğunuz zaman 2 trilyon dolar bu ülkenin yalnızca parasal olarak ekonomik zararı var. Bugün bizim iç ve dış borcumuz, özel sektör ve kamu borcumuz ne kadar? 500 ila 600 milyar dolar arasında. Bu paranın siz Türkiye'de yatırıma dönüştüğünü, istihdama dönüştüğünü, kalkınmaya dönüştüğünü düşünün; Türkiye bugün ne noktada olurdu? “ dedi.

GÜRSEL EROL: SÜREÇ TÜRKİYE İÇİN FIRSAT OLABİLİR AMA TERÖR ÖRGÜTLERİNE BİR TAVİZ OLMAMALI

Erol:” Bizim farklılıklarımız olabilir, siyaseten de olabilir, inançsal da olabilir, kimlik olarak da ve etnik yapı olarak da olabilir. Ben Tunceli kökenliyim ve Alevi bir aileden gelen biriyim. Biz Türk olabiliriz, biz Sünni olabiliriz, biz Kürt olabiliriz, biz Zaza olabiliriz, biz Çerkez olabiliriz, Gürcü olabiliriz, Yörük olabiliriz. Hepimizin soyu sopu, kendi onurumuz, şerefimiz ama bizim hepimizin ortak bir tek kimliği, nedir o, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmak. Bu ülkenin yurttaşı olmak hepimizin ortak kimliğidir. Bu devlet de bu ülkede yaşayan her yurttaşımızın eşit yurttaşlık hakkını anayasal güvence altına almak zorunda. Ben bu sürecin değerlendirilirken Türkiye için bir fırsat olacağı düşüncesindeyim ama bunu terör örgütlerine verilen bir taviz olarak değil, bölge insanlarının gerçek taleplerinin karşılanarak eşit yurttaşlık hakkıyla geçmişte gelen bütün mağduriyetler de çözülerek bu sürecin tamamlanması ve yürütülmesi gerektiği düşüncesindeyim. “ şeklinde konuştu.

EROL: DOĞU'DA, GÜNEYDOĞU'DA SORUNU YALNIZCA TERÖR MESELESİ OLARAK DEĞERLENDİRMEK DE TEK BAŞINA YETERLİ DEĞİLDİR.

Milletvekili Açıkkapı: Saldırılar Savunma Sanayi Atılımlarını Engelleyemeyecek Milletvekili Açıkkapı: Saldırılar Savunma Sanayi Atılımlarını Engelleyemeyecek

Sürecin sadece terör meselesi olarak değerlendirilmesinin yeterli olamayacağını ifade eden Gürsel Erol:” Bu devlet hepimizin, bu ülke hepimizin ve biz bu ülkenin yurttaşları olarak kendi ülkemizde huzuru istemez miyiz? Kendi ülkemizde barışı istemez miyiz? Biz, 90'lı yıllarda Tunceli'de babamızın, dedemizin mezarına gitmeye korkardık. Ben 2015 yılında Tunceli'de milletvekili adayıydım, her bölgeye gidemezdim, gezemezdim ve geçmişte o bölgede yaşanan kimin ne yaptığı belli olmayan birçok olaylar da oldu. O bölgede, aynı zamanda başka gerçekler de var: Faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar var, kamu adına görev yapan yöneticilerin, devlet adına görev yapan yöneticilerin kişisel inisiyatifiyle işledikleri insanlık suçu da var. Eğer biz, gerçekten bugün yeni bir sürece katkı vereceksek yeni bir süreci değerlendireceksek biz, o günlerden bugünlere gelen bütün süreci iyi analiz ederek, iyi değerlendirerek geleceğe yönelik yeni bir kurgunun oluşması lazım. Dün Sayın Genel Başkanımızla birlikte, milletvekili grubumuzla birlikte Diyarbakır'daydık. Sokak sokak gezdik, inanın bu açıklamalar doğuda, Diyarbakır'da heyecan yaratmış, insanlarda bir umut var, bir beklenti var ama aynı zamanda güvensizlik de var. Yani yeni bir çözüm sürecinin olumsuzluğuyla karşılaşmayalım diye yeni bir umutsuzluk, daha doğrusu güvensizlik var ve bu sorun çözülmeli. Doğu'da, Güneydoğu'da sorunu yalnızca terör meselesi olarak değerlendirmek de tek başına yeterli değildir. Bölgenin kalkınmaya ihtiyacı var, bölgenin yeni istihdam alanlarının yaratılmasına ihtiyacı var, bölgenin tarım politikalarının geliştirilmesine ihtiyacı var, bölgenin turizm potansiyelinin ortaya çıkarılmasına ihtiyacı var. Bu değerleri de düşünerek bölgede yeni bir kalkınma hamlesiyle siyasi, ideolojik, etnik kimliğe dayalı değil 85 milyon yurttaşımızın eşit yurttaşlık hakkı temelinde herkesin geçmişe yönelik hakkını hukukunu da arayarak ama bu ülkenin değerlerinden asla taviz vermeyerek, ne devletimizin varlığından ne vatanımızın bölünmez bütünlüğünden ne de milletimizin birliğinden, beraberliğinden taviz vermeyerek, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığını herkesle kabullenerek bu sorun çözülmelidir “ dedi.

Editör: Batuhan Baskal